31 Temmuz 2016 Pazar

MAHŞER TUFANI ve CANLI HELAK İBRETİ: Akbank’ın Kumpası ve 12 Eylül Darbesi // Bumerang ...

MAHŞER TUFANI ve CANLI HELAK İBRETİ: Akbank’ın Kumpası ve 12 Eylül Darbesi // Bumerang ...: 1996 yılında kırmızı beyaz renkleri Türk Bayrağına benzediği için bankacılığın Türk Milli takımı diye Akbank’ta çalışmaya başladım. Ama...

Akbank’ın Kumpası ve 12 Eylül Darbesi // Bumerang // Önder Karaçay

caps_1467579899789_813

1996 yılında kırmızı beyaz renkleri Türk Bayrağına benzediği için bankacılığın Türk Milli takımı diye Akbank’ta çalışmaya başladım. Amacım üretime, ihracata, ticaretin finansmanı ve istihdama kaynak aktarmaya aracılık adına bankacılık yapmaktı.
2000’li yıllara kadar çok düşük ücrete rağmen huzur içinde çalıştım. Beklentilerimin tamamını karşılamasa bile banka ile çalışanlar oluşturduğumuz kültür ile kaynaşmıştı. Bir numaralı marka ve bankaydık.
2000’li yıllardan sonra milli ekonominin talan edilmesi başlayacak olup küreselleşme ve özelleştirme ile banka da değişim projesi başlatacaktı. Bu değişim öncesinde ülkemizde çok normal olmayan bir kriz yaşandı. Cumhurbaşkanı Sezer Anayasa kitabını fırlatmayı fırsat kollayan sermaye parayı borsadan çekti gecelik faizler % 9 bine yaklaşmıştı. Kur sonrasında 600 –TL den 1200-TL ye çıktı. Merkez bankasının o günkü başkanı Gazi Erçel içinde Akbank’ında olduğu bazı bankalara kurun iki katına çıkacağını haber verdiğini yıllar sonra öğrendiğimde bankanın 2001 yılında KRİZDEN EN GÜÇLÜ ÇIKAN BANKA nasıl olduğunu da hem anlamış hem de bu bankadan iğrenmiştim.
Böyle bir bankada çalışmış olmanın derin vicdani üzüntüsü içindeyim. Kendimi hem affetmiyorum, hem de bunlarla mücadele ettiğim için bırakıp gitmediğim için gurur duyuyorum. Onların istediği zaten bırakıp gitmemdi.
Nasıl da anlamamıştım hem kriz olacak hem de krizden en güçlü veya çok kar ederek çıkan banka ne demekti? Nasıl olurdu bu? Bunun hesabı yargı önünde sorulmadı. Türk Milletinin bu banka ile bir hesabı var. Beşeri adalette adalet olmayabilir, yalnız ilahi adaletin olduğunu hatırlamak zorunda kalacaklar.
Yargı ve medya bu konunun üzerine gitmemiş, sermaye siyasetle kol kola olduğu için ve sermayeyi koruduğu için üzerine gidilmemiş olduğunu bankanın ve sahiplerinin korunduğunu yıllar sonra öğrendim. 12 Eylül 2012 tarihi ve sonrasında yaşadıklarımı bankayı sonrasında da nasıl koruduklarını, bütün bu skandalları kitaplaştırarak bu rezaleti tarihe kara bir leke gibi yazmayı kendimi affettirmek için yazdım. Bir nebze içim rahatladı. Yalnız bunlar yargılanana kadar asla bu mücadeleden vazgeçmeyeceğim. Çünkü o kur farkının bedelini Türk Milleti ödedi. Şimdi geri almaya sıra geldi. O bankaların hepsi bunun hesabını verecekler. O bankalara bunun hesabını sormayanlar da vermelidir.
2000’li yıllarda banka aynı zamanda değişim adı altında “Yeni Ufuklar” adlı bir değişim projesi yapmaya başladı. Aslında ismi değişim yapılansa bankanın dışarıdan gelenler tarafından işgal edilerek kültürü eski yeni kavgasına sahne oluyor karmaşa kültürünün adı değişim oluyordu. Şimdi bu karmaşa hala banka yönettiğini sanıyorlar. Ah aldığı binlerce insanın hakkını yediler, kariyerlerini kirleştiler, iş bulmalarına engel oldular.
Değişimi bankanın genel müdür, yardımcıları ve onların alt kadrolarında yapınca bu batan Pamukbank ve benzeri bankalardan gelenler, işsiz kalanlar kendi adamlarını Akbank’a doldurmaya başladılar, bizleri kötülemeye, dışlamaya başlayarak bankada eski/yeni kavgasını başlattılar.
Patron bunları destekledi ve gerçekleri asla görmedi.
Öyle yanlışlar yaptılar ki; “hedefi ve yetkiyi” şubelere verdiler. 2008 yılında paralar batınca suçlu şubeleri ilan ettiler. 1054 masum insanı banka tarihinde ilk kez toplu işten çıkarma skandalı bu değişim adı altında bankayı işgal eden ve bugün yönetenler yapıyordu, patronda ya bilerek ya da bilmeyerek bunlara alet oluyordu.
Evraksız kredi vereceğiz diyorlardı. Bir şubeye yüksek hedefler ve 400.000-TL 500.000-TL gibi limitli kredi verme yetkisini de vererek kendileri hiçbir sorumluluğun altına girmiyorlardı. 2008 yılında bu gaflet, delalet ve kötü niyet duvara toslayınca patron yine bunlara kanarak şubelerde hiçbir suçu olmayan çalışanları önce toplu, sonra da tek tek çıkarmaya başladılar.
Bunlar bankaya gelmeden önce bu bankanın Türk Milleti nezdinde sevgisi “Güveninizin Eseri” olarak yer edinmişti.
2008 yılında kredili mudilerin çalışma şartlarını asla olmayacak şekilde tek taraflı ve hukuksuz değiştirdiler. Milyonlarca mudimiz mağdur oldu ve başka bankalara gittiler. Sonrada yine bizleri suçladılar. Ticari kredi vermeyi hem zorlaştırdılar, hem de iki katı teminat isteyerek akla, mantığa ve hukuka uygun olmayan bir uygulama ile mudiler nezdinde çok büyük bir itibar kaybı ve mudi kaybı yaşattılar.
Hatta o yıllarda Soğanlık Şube Müdürüydüm bir mudi şöyle söyledi. Akbank’ın yaptığını sizin ölçeğinizde diğer bir banka yapsa anlarım. Siz kendi içinizdeki sıkıntıyı masum çalışan ve mudilerden çıkarıyorsunuz diyerek gerçeği dışarıdan bankayı yönetenlerden daha doğru okuyordu. İçim cız ediyordu gerçekleri dışarıdan görenler vardı bankayı yönetenler göremiyordu.
Çok kar üretmek başarı değil ki; itibarı kaybettiğinizde o karlar ile geri alamazsınız. Gün gelecek bu banka itibarını almak için ne kadar para harcarsa harcasın alamayacak. Çünkü çalışanlarına zulüm yapan bir bankaya dönüştü, birileri kendilerini kurtarmak için bizim gibi masum insanlara kumpaslar kurarak kariyerimizi mahvettiler. Sıra şimdi kendilerine geliyor. Astarı yüzünden pahalı şimdi geri adım atma şansını kaybettiler. O şansı kendilerine vermeme rağmen. Büyüklendiler, gurur yaptılar. Bizde ne kadar büyük olduklarını hatırlatıyoruz. Şimdi sadece kar ile dünya sermaye mafyasının hoşuna gitmeye çalışıyorlar. Parayı kazandığınız Türk Milleti nezdinde haliniz nedir? Nereye kadar?
Yönetenlerin bankayı doğru yönetmek gibi bir dertleri yoktu. Değişimin başarısı adına çalışanlara zulüm etmek, işten çıkarmak, suçu onların üzerine atmak ve mudileri mağdur etmek onların başarısından daha önemli değildi. Böyle bir rezalet dünya tarihinde hiçbir kurumda yaşanmamıştır. Hile ve şahsi çıkarları adına bankayı kullanan çeteye adeta banka teslim edilmiştir. Komisyonla kredi satanları kredi tahsiste çalıştırıyorlardı. Bunun birini yakaladım, yazışmalarını yaptım, bir hafta sonra başka bankaya geçti. Mahkemeye gerekirse getireceğim.
Oysa bu banka bugün ülkemizin bir numaralı markası, bankası ve en değerli kurumu değilse ve o özelliğini kaybetmişse sebebi bugün bankayı işgal eden ve değişim adı altında kendi adamlarını bankaya yerleştirerek bankayı ele geçirenlerin hepsi ve buna izin verenlerdir.
Şimdi öne geçen rakibine ulaşmak için hala şube kapatarak, çalışanları işten çıkararak geçici karlarla adeta sidik yarışı içine girerek son çırpınışlarını yaşamaktadırlar.
2000’li yıllarda batan bankalardan ve işsiz bankacıları bankaya alarak kendi kültürünü ve bankacılığın okulu olma özelliğini kaybeden Akbank bizleri kötülemeyi, dışlamayı, bizleri kullanmaya kalkarak başarılı olmak ve hiyerarşi merdiveninde sırtımıza basarak yükselmek niyetinde olan kötü niyetli çalışanları genel müdürlük ve bölgelerde genel müdür ve yardımcılarının adamları olarak bankaya doldurdular.
Bir gün birisine dedim ki hem hedefi bize veriyorsunuz hem de yetkiyi bu riskli ve sakıncalı değil mi? Biz hedefe odaklanıp farkında olmadan bunu tek bakış gözle hata yaparak bankaya zarar vermez miyiz? Bana aynen şunu söyledi; sen kendi işine bak! Genel müdürlüğe karışamazsın dedi. Birkaç ay sonra baktım bir başka bankaya genel müdür yardımcısı oldu. Yani hiçbir sorumluluk almadan, bankayı bir sıçrama tahtası olarak kullandılar. Bankanın iyiliği için bununla mücadele ettiğimden dolayı ve genel müdürlük bunların adamı ile dolu olduğu için biz suçlu olduk. Yalnız mahkemede kendilerini savunamaz hale düştüler. Dört yıldır adeta sosyal medyada bütün rezilliklerini dünyaya anlattım. Karşıma çıkıp sen bunu yapamasın diyemiyorlar.
En ibretini ben yaşadım. 2003-2006 yılları arasında genel müdürlükte çalışan ve sonradan bölge müdürüm olacak olan biri bana bir gün “bulduğun müşterileri önce bana bildir ben sana bulup vermiş gibi göstereyim, seni yukarıya anlatır müdür olmanın yolunu açarım” dedi. Başka şubelerde bunu yaptığını duyuyordum. “Bulduğum müşteriyi size bildirmek yerine, sizin bulmuş gibi göstermenizin doğru olmadığını, o mudilerin işini kendim bulur kendim yaparım genel müdürlük bunu görür ve ben hak edersem müdür olurum dedim. Kimsenin şahsi çıkarıyla ve basiret yoksunu ahlak yoksunu bu tür ilişkilerle asla kurumsal bir kültüre uymayan yöntemi kabul edemem dedim.” O yıllarda Pendik E-5 şubesinde çalıştım. Üç yılda altmış yıllık şubelerin rakamlarını ekarte ettik.
Bunu kendine kin edinmiş. 2007 yılında Soğanlık Şubesine ben ondan önce müdür oldum. 1 yıl sonra Gebze Bölge Müdürlüğü oluşturuldu. Bölge Müdürü olarak bu kişi benim bölge müdürüm oldu.
Beni ziyarete geldiğinde “ayağını denk al müdür olmanda ne kadar katkım olduğunu bilirsin diye tehdit etti” Bende ayağımın her zaman denk olduğunu müdür olmayı hak ederek olduğuma inandığımı söyledim. Kimseye de şikayet etmedim. Ahlakla, sabırla, titizlikle, hata yapmadan, açık vermeden çalıştım ve mücadele ettim.
Soğanlık şubesi beş yıl sonra kapanmış bir yerde tekrar açılmış bir şube olmasına rağmen iki ayda kara geçen ülkemizde ilk ve tek banka şubesidir. Belki de dünya da örneği yoktur. 2007 yılında yeni açılan bir banka şubesi dokuz ayda kara geçebiliyordu. Bugün iki yılda kara geçemiyor şubeler.
2008 yılından 2010 yılına kadar bu bölge müdürü benimle uğraştı. Şubeme bölgeden ajan gönderdi şubeyi müfettişle birlikte karıştırmaya, benimle ilgili benim açığımı bulup işten çıkarmanın peşinde koştu. Gönderdiği ajanı üç ay sonra şubemden almak zorunda kaldı. Müfettiş hiçbir olumsuzluk bulamadı. Hatta bana burada neler oluyor anlat dediğinde. Siz müfettişsiniz ne olduğunu ben bilmiyorum sizin iddianız veya size bu iddiayı yaptıran kimse onunla birlikte olumsuzluk neyse bulun, önüme koyun ve bu nedir deyin o zaman cevap veririm dedim.
Sonra o bölge müdürü başka bölgeye tayin oldu. Yeni gelen bölge müdürüne de beni kötüledi. O da benimle uğraştı. Elemanlarımı alıp başka şubelere veriyor, hizmet kalitemin düşmesine sebep oluyor taleplerimi görmezden geliyordu.
3 Kasım 2010 tarihinden bir hafta önce şubeme geldi. Hayırlı bir ziyaret olmadığını sezmiştim. Çünkü ne şubeme uğruyor, ne taleplerimi dikkate alıyor şubem ile ilgilenmiyordu. Buna rağmen 4 yılda şubem dördüncü sınıftan ikinci sınıf düzeyine gelmişti. Çok başarılı olmam dolayısıyla ve hakkımda hiçbir yanlış bulamadıkları için işten çıkamadılar. İstifa etmem ve ayrılmam için evim Soğanlık da olmasına rağmen Beykoz gibi gidiş gelişi yüz kilometre olan ve şehirler arası bir tayin gibi günde işe gidiş geliş altı saate yakın trafikte kaldım. Sabah mesaime zamanında yetişmek ve açık vermemek adına beşte kalıp trafik başlamadan erkenden şubeye giderek saat dokuza kadar iki yıl boyunca şubede sabahları bekleyerek adeta işkence çektim.
Bu bölgedeki bölge müdürü ile tanışmaya gittiğimde beni görür görmez; “Soğanlığı da biliyoruz” diyerek söze başladı. Zaten sonra toplantılarda “ban algı ile yönetirim” diyordu. Algının doğru ya da yanlış olması önemli olmayan bir yöneticiyle çalışmanın zorluğunu düşünün. Anladım ki benimle burada da uğraşacaklar. Ayrımcılık adına en büyük zulmü burada yaşadım. Başlangıcı bir bölge müdürünün bankayı kullanmak ve şahsi çıkar sağlamak niyetine karşı çıkmam ve doğru olanı savunmam yüzünden bu kinin kurbanı oluyordum.
Bölge müdürüne evimin uzak olduğunu çocuklarımın okulu dolayısıyla evimi taşıma şansımın olmadığını daha yakın bir şubeye tayin edilmemi talep ettim. Hem sözlü hem de yazılı yaptım. Bana aynen şunu söyledi; “Beykoz da bir kulübe bul veya öğretmen evi gibi bir yer bul arada sırada evine gidersin” diyerek adeta işkencenin, hakaretin alasını yapıyordu.
Amaçları istifa edip gitmem için ellerinden gelen her baskı ve şiddeti yapıyorlardı. Toplantılarda bize çıkın gidin başka bankalara sizi kim çalıştıracak gibi basiret ve ahlak yoksunu tehdit savuruyordu. Oysa biz bu bankada çalışırken ve kahrını çekerken bunlar yoktu.
Beykoz şubesinde bir yıla yakın süre fareli arşiv yüzünden kimse çalışmadığı için ve arşive çözüm bulma çabalarıma da cevap vermedikleri için iki elaman eksik bir yıla yakın hizmet vermek zorunda kaldım. Notere, icra dairesine, vergi dairesine kadar evrakları kendim götürmek zorunda kaldım iki yıl boyunca. Adresi Beykoz ve şubeye yakın olan ismi saklı kendimin bulduğu elemanı bile işe alıp başka şubeye verdiler.
Her sabah şu şekilde e-posta atıyordu. Bugün 3 adet kredi verilecek toplamda 90 bin TL olacak adet ve tutarda eksiklik olursa 17.30 mesai bitimi sonrası yarım saat içinde bölgeye gelip bunun hesabını şube müdürleri verecek diye iki yıl adeta işkence etti.
16 yıl çalıştığım bu bankada çoğu yıl hiç izne çıkmadan çalıştırıldım, çoğu yıllarda izinlerimin yarısını kullandırmadılar. Bir gün Ramazan bayramı dolayısıyla 1,5 gün idari izin talep ettim. 1,5 gün 6 gün yıllık iznimden düşülmesi şartıyla izin verdiler.
İki yıl üst üste Mayıs ayında yıllık iznimi kullandırdılar. Çocuklarımın her yıl bir kez denize götürdüğümü ve ikinci yıl Haziran, Temmuz veya Ağustos olmasını istediğimde kabul etmediler. 2011 ve 2012 yıllarında evde geçirdim iznimin yarısını ve çocuklarımı iki yıl tatile götüremedim.
2007 yılında şube müdürü olunda araba aldım bankanın işinde kullandım. Banka sadece banka işlerinde kullanmanın benzin parasını ödüyordu. Altmış bin kilometrenin elli binini banka için kullandım yeni arabamı yıprattım, lastiği, vergisi, bakımı vb giderlerle banka için servet harcadım. 10 Kasım 2010 tarihinden 2011 yılının sonuna kadar her ay cebimden 800-TL ödeyerek işe gidip geldim. Ertesi yıl otobüsleri kullanmak zorunda kaldım. Çünkü maaşım yetmez olmuştu. Bankadan bu konuda da destek istedim kabul görmedi.
2009 yılında istemediğim halde işimle tehdit edilerek resimlerim dört ayrı şubede reklam olarak kullanıldı. İşten çıkarıldığım 12 Eylül 2012 tarihinden sonra da kullanmaya devam ettiler. Sözleşmemiz var diye. İşten sebepsiz çıkarıldığım Yargıtay onayı ile onaylandığına ve banka % 100 suçlu bulunduğuna göre işten çıkarılma sebebim nedir? Kariyerimi kirletme hakkını birkaç kendini bilmez bölge müdürünün bankanın verdiği yetkiyi kötüye kullanarak bu kötülüğü yapmalarının cezasını ben neden çekiyorum? Bu genel müdür ve bu bölge müdürleri nasıl hala iş başında tutulabilirler? Bu sebeple iş bile bulamadım. İşten çıkarılmışsın diye! Yaşlı anne ve babamın, eşimin, kardeşimin, küçük çocuklarımın suçu neydi? Bu kumpasa inanan bankanın iç ahlak ve merhameti neredeydi? Ya da var mıydı? Yoksa patron dahil hepsi aynı çetenin bir üyesi miydi? O zaman bunun bedelini ödeyecekler. İtibarı değerimi geri aldığımı hissedene kadar ödeyeceksiniz.
Fotoğrafın üzerine adımızı ve “Sizin İçin” buradayız gibi ahlaki boyutu sorgulanır ve basiretli bir tacire uymayan ifadeler kullandılar. Bir bayan bankacının resminin üzerine sizin için buradayım yazmak ne demektir? Bütün bunlar belgelidir. Mahkemede davası görülecek.
2010 yılında şubenin ne kadar karlı ticari mudisi varsa hepsini Kavacık şubesine devrettiler. Sonra o mudilerin adresleri şubemizin hemen yanında olmasına rağmen bunu yaptılar. Aynı mudilerden bulmamı sonra yine istediler. Tam bir çelişkiydiler. 2010, 2011 ve 2012 yıllarında müşterilerimi başka şubelere devrini yapmaya kalktılar hepsinde direndim, giden mudilerin bireysel hesapları da gidiyordu. Amaçları beni başarısızlığa mahkum ederek tazminatsız işten çıkarmak ya da kendimin istifa etmesini sağlamaktı. Bu devirlerin yapılmaması ile ilgilide yazışmaların hepsi var. Hepsi mahkemeye gelecek.
Bölge müdürlüğünde bir gün müdürler ve insan kaynakları genel müdür yardımcısı sorunlarımızı konuşmaya geldi. Yetmiş şubeye yakın müdür arkadaşım vardı. Sorusu olan var mı diye sorduklarında; söz aldım ve dedim ki; bir yıla yakındır iki gişe eksik neden çalışmak zorunda bırakıldım, mudilerin karşısına her gün eksik kadroyla neden çıkmak zorundayız, bana eleman vermeme sebebiniz nedir? Bölge müdürünün rengi attı. Birbirlerinizin yüzüne baka kaldılar. Sonra bölgede personele bakan bir memur bir yıl değil altı ay oldu dedi. Şube arkadaşlarımdan biri dayanamadı ve dedi ki; diyelim ki; Önder bey bir yılı abartıyor, şubede değil altı ay, altı gün, altı saat, altı dakika bile eksik hizmet veremezsiniz. Altı ay oldu diyen sizsiniz. Bu normal mi? Cevapları şuydu toplantı bitmiştir. Kadıköy ilçesinden Beykoz’a gidene kadar iki tayin yaptılar.
Aynı gün insan kaynakları genel müdür yardımcısına sizi ziyaret etmek istiyorum, sorunlarımı anlatmak istiyorum, bana yapılanları bilmeniz gerekir, bankamız zarar görmemelidir diye yazılı talepte bulundum. Kendisi aynı zamanda şubemizin mentörü olmasına rağmen hala geri dönmedi bana. Zaten 2013 tarihinde işe iade davasını % 100 haklı Yargıtay onayı ile kazandığım gün ayrımcı çete kendisini kurtarmak için insan kaynakları genel müdür yardımcısı ve personel bölüm başkanı ile aynı gün yolları ayırmak zorunda kaldılar.
Yalnız gerçek çete ve suçluları banka hala koruyor. İnsan kaynakları genel müdür yardımcısının hatası beni dinlemiş olsa ve anlamış olsaydı çetenin gerçek suçluları işten çıkarılacak veya gereği neyse o yapılacak ben işimi kaybetmeyeceğim, banka da bu zararı görmeyecekti. Bu çeteyi yöneten şu an bankanın en tepesine çıkmış durumda.
Aradan bir iki ay geçti. İnsan kaynaklarından iki eleman gönderdiler. 16 yıl bankacılık hayatımda ilk kez insan kaynakları ziyaret ediyordu. Hayra alamet bir ziyaret olmadığını hatta kendilerine neden bana mobbıng uygulandığını sordum. Birisi bölgede altı ay oldu eleman eksiği olan diyen memurdu. Kızdığı yüz ifadesinden anlaşılıyordu.
İki ay sonrada sebepsiz 12 Eylül 2012 tarihinde bu kumpas kuran çeteler beni işten çıkarmakla kurtuluş yolunu seçtiler.
O günkü bölge müdürü aynen şunu sözlü söyledi. Biliyorsun yeni genel müdür Ocak ayında görevine başladı. Kendi adamlarıyla çalışacak. Tebliğ yazısına ise performans yetersizliği yazıyordu. Oysa aynı günün sabahı hesabına başarı performans primi yatırmışlardı. Skandala imza atıyor hem de 12 Eylül 2012 gibi manidar bir tarihte benden kurtulmayı bu çete darbe yaparak bana ders verdiklerini düşünüyorlardı.
Bir hafta sonra bankanın yönetim kurulu başkanına gizli mektup olarak 15 sayfa özür dileyin ve geri adım atın diye yazdım.
Tavırları şuydu; biz büyük bankayız, bir şube müdürünü muhatap almıyoruz, kullanmadığın izin paraları ile ilgili de büyük banka olduğumuz için karar aldık son beş yıl harici ödeme yapmıyoruz sen ne yapacaksan yap.
Tamam dedim, size yine 16 yıl çalıştığım kurumuma ekmek yediğim kuruma saygım gereği 5 ay süre daha veriyorum. Sonra yapacaklarım karşısında çok zor durumda kalacaksınız ve bunu göreceksiniz.
Beş ay doldu. Önce Aydınlık Gazetesinde Akbank Performansta Sınıfta Kaldı diye skandal olarakhaber oldu.
Sonra bütün bu yaşadıklarımı anlattığım madem hayat sanal dönüyordu o zaman beşeri mahkemede işler çok yavaş yürüyordu, davamın ilk duruşması bile yapılmamıştı. SANAL MAHKEME kurarak videolarla kendimi aklamak için yaşadığım kumpası, ayrımcılığı, 12 Eylül manidar tarihli darbeyi, kariyerimin nasıl haksız kirletildiğini, bu sebeple iş verilmediğini bütün dünyaya ve insanlığa duyurdum.
Bir yıl sonra üzerimden reklam yapmasınlar diye videoları sildim.
Bu arada BDDK, Banklalar Birliğine, İŞKUR’a bankayı yaptığı bu ayrımcılık, kumpas ve darbe ile ilgili ayrıca yazılı talimatım olmadan adıma işsiz olduğum zaman kredi onaylamasının evrensel hukuk yasaları gereği suç olduğunu yazılı bildirdim. Önce cevap vermediler. Sonra bunu Sabah Gazetesinde Bankaların Otomatik Kredi Oyunu diye haber yapınca Bankalar Birliği telefonla bana ulaştı cevabı e-posta ile gönderdiklerini söylediler. Dedim ki tebligat yasası gereği yazılı cevap vermek zorundasınız yazılı cevabı adresime gönderin. Gönderdiler aldığım cevapta neden cevap vermediklerinin cevabı yazıyordu. Bankanın hiçbir suçu yoktur diyordu.
Bütün bunları yaparken aynı zamanda işten çıktıktan sonra kitabımı da yazmaya devam ediyordum.
Ülkemizde ordunun, aydınların, vatansever insanların yaşadığı kumpasın aynısını Akbank’a bu bankanın gerçek neferleri olarak bizler yaşadık en ibretini ben yaşadım. En büyük cevabı da benim vermem gerektiğini ilk işten çıktığım gün söyledim.
“Benim davam asrın davası olacak! ”
Siyaset+sermayenin milli ekonomiyi işbirlikçi küresel şirk kurumlarıyla talan ettikleri son on dört yılda bu talana karşı çıktığım içinde hedef seçildim.
O zaman bu gaflete, delalete, garabete ve ihanet boyutu olan işbirliğine işsizden kitapla MUHTIRA vererek yine Sanal Mahkeme gibi dünyada bir ilki daha gerçekleştirmeliyim dedim.
İçimdeki sesi dinledim. Tek başıma yaptım hepsini.
Kitabım Mobbıng Bank Skandalbank’ın Skandalları Türk Fırtınası 21 Aralık 2015 tarihinde en uzun gecede çıktı ve mahşer denizi olan fitne ve fesat ile toplum mühendisliği yaptıkları sosyal ağ denen denizde gemi sırrıyla yüzmeye başladı.
Mahşer Tufanı kopacağını bilmiyordum. Yalnız içimdeki sesin çok önemli bir dönüm noktası yaşatacağını hissediyordum.
13-19 Ocak 2016 6 günde mahşer tufanı koptu. 31 Ocak kuruluş tarihi olan Akbank kuruluş yıl dönümünü mahşer koptuğu günde yaptı. Ve kurulduğu gün itibarını batırdı.
Kitabım Yeniçağ Gazetesinde köşe yazarı Remzi Özdemir tarafından “Bankacılığın Acı Kitabı” adlı yazıyla ulusal basında da haber yapıldı. Kendisine bu desteği ve cesareti için çok teşekkür ederim.
Çünkü sermaye kitapçısı D&R kitabımı sattırmamak için soranlara yok dedi, gelmeyecek dedi, internet şubesinde Türk Fırtınası ve Bayrağını kapakta kapattı. Hala aynı. Bunların bize düşmanlığını göstermeye bu bile fazlasıyla yeter.
19 Ocak 2016 tarihi bunu bütün dünyaya ve insanlığa açıkladım. Ayrıca sermaye gizli derin devletinin başının Mustafa Koç olduğunu belgesi ile herkese açıkladım. Bir gün sonra hayatını durup dururken kaybetti. Yaratan mahşer tufanının ibreti gereği canını aldı. Firavun sonrası son ibret yaşandı. Canlı helak oldu bütün zalimler. Mustafa Koç ibret adına yaratan tarafından canı alındı. Çünkü dünya sermaye mafyasıyla işbirliği yaparak Türk Mevsimi renkli darbesini kendisi yönetiyor, gazeteci, iş adamı, siyasetçileri 2007 yılından bu yana muhtelif gizli toplantılara çağırarak dünya sermaye mafyası lehine siyasete, medyaya, sermayeye sızdırarak algı operasyonları ile toplum mühendisliğini kendi ve işbirliği içinde olduğu derin sermaye mafyası adına yapmaktaydı.
Son on dört yıllık siyasi iktidar bu sermaye ile işbirliği içindeydi. Ülkemizin önemli kurumlarını özelleştirme ile ele geçirdiler. Torba ve gece kanunlarıyla Türk Milletinden habersiz maden ruhsatları küresel şirk ve bağlantılarına satıldı. Üretim tekelleşti. Para dahil her ürün ithal edildi. Borç, tüketim, teknoloji, banka, inşaat ile ekonomi balonlarını şişirdi, işsizlik üretti ve üretmeye devam ediyor.
Amaç ülkeyi siyasi ve ekonomik olarak çökertmek ve bölmekti.
15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan askeri darbe girişimi de bunun bir parçasıdır.
Darbe sonrası ordumuzun kurumsal kimliğini daha da zayıflatmak ve orduyu kendisine başlayarak tek adam devleti yapma niyeti devam etmektedir.
Siyaset, sermaye, medya, dinci cemaat ve tarikatlar ve bu işbirliğine destek olan herkes kumpaslarla, ayrımcılıklarla, baskı ve şiddet uygulayarak, toplumu kutuplaştırarak bölmek ve parçalamak projesiydi.
Büyük Orta Doğu Projesi zaten bölgemizde ikinci bir şer devlet kurmak çabasıydı. Siyaset ve sermaye bu konuda açılım barış adı altında akiller ile verdikleri destekle aynı amaca hizmet ediyorlardı.
Ülkemizde gizli devlet çetesi sadece cemaatler olmayıp asıl çete sermaye ve finans çetesidir. Bunlar kanunla korunmaktadır. Siyasi partilere, medyaya ve loca örgütlerle faaliyetlerini sürdürmektedir. Kanundan aldıkları güçlerle ve kurumlar yapılarla niyetlerini gizli gerçekleştirmektedirler.
Sermaye ve finans çetesi cemaat terör örgütü kadar hatta ondan daha sinsi ve tehlikelidir.
Bu sebeple borsa kapatılmalı, sermaye ve finans çetesinin karakolu olan bankalarla ilgili yabancı banka faaliyetleri yasaklanmalıdır. Hukuk içinde tüm bankalar kamulaştırılmalı, kredi kartı ve kanınla korunan bireysel kredi tefeciliğine son verilmelidir. Yabancı bankaların ülkemize gelme sebebi kredi kartı ve bireysel kredi tefeciliği ile yüksek kazanç elde etmeleridir.
İnşaat sektörünün amacı da hem rant hem de bankaları zenginleştirmekti.
Bankalar tam bağımsız milli ekonomi için kamulaştırılmalı üretime, ihracata, ticaretin finansmanı ve istihdama yönelik kredi vermelidir.
Ayrıca son on dört yılda yaptıklarından dolayı mağdur edilen her bankacıya itibarı geri iade edilmeli, işlerine geri dönmeleri sağlanmalı, bu bankalara gereken ceza sosyal devlet gereği ve insana baskı, şiddet ve zulüm yaptıkları için cezalandırılmalıdır.
Önder Karaçay

18 Mayıs 2016 Çarşamba

MAHŞER TUFANI ve CANLI HELAK İBRETİ: Burjuvanın Çelişkileri // Türk Fırtınası // Önder ...

MAHŞER TUFANI ve CANLI HELAK İBRETİ: Burjuvanın Çelişkileri // Türk Fırtınası // Önder ...: Burjuvanın Çelişkileri // Türk Fırtınası // Önder Karaçay Posted on   18 Mayıs 2016 by   Mobbing Bank Türk Fırtınası Önder Karaçay ...

Burjuvanın Çelişkileri // Türk Fırtınası // Önder Karaçay

Burjuvanın Çelişkileri // Türk Fırtınası // Önder Karaçay

48348617
Burjuvanın Çelişkileri // Türk Fırtınası // Önder Karaçay
Klişe bir sözdür; kapitalizm gölgesini bile satamadığı ağacı keserek ağacın kendisini bile satar.
Bugün Türk Milleti kendi içinden 1950 tarihinde her mahallede bir milyoner zihniyetinin üremesi sonucu imkanlarımızı kullanarak büyük maddi imkanlara kavuşan sermaye sahiplerinin dünya para ve sömürge mafyasıyla kirli ilişkilere girerek Türk Milletini siyasetle işbirliği içinde çeşitli darbe, kriz ve reform adı altında gizli niyet ve çabalarla sırtından vurarak ihanet etmiş ve bizi hiç şaşırtmamıştır. Türk Milletinin sabrı ve dayanma gücü artık bitmiştir.
Bugün her biri ayrı ayrı Türk Milleti aleyhine olanın dolar milyarderinin para putu güçleriyle düşman niyetlerle işbirliği yapanların akıl almaz ihanetlerinin gaflet, delalet ve garabeti ile karşı karşıyayız.
“Kapitalizm israf ve iflas sistemidir.” Bunu anlayabilmek için daha fazla bedel ödemeye gerek yoktur.
Çünkü birileri sürekli kaybeder, kaybedenler halktır, birilerinin sürekli cebi dolar. Bu cebi dolanların cep doldurmalarına bir engel durum mutlaka bir hile ile reform, kriz, darbe veya başka oyunlarla devam ettirilirdi.
Kapitalizmin son iflası kendisidir. Çünkü bu sistem para putu mafyası ve kirli işler üreten eşitsizliği artıran, adaleti yok eden, çoğunluğun hakkını birkaç kendini bilmezin cebine dolduran ve haliyle sağladığı bu maddi güçle haddini aşan zihniyetleri üreten ahlak ve basiret yoksunu bir sistem olduğu için sonu gelmiştir.
Ülkemizin 1950 sonrası üretimi emperyalist niyetli kapitalistleri son yıllarda nedense U dönüşü söylemlerle kendilerini acındırmaya çalışıyorlar.
En ilginç burjuva çelişkisini dünya mafyası ile Türk Mevsimi adı altında DEAŞ terör örgütünü görüşen ve tarafımca vatana ve millete ihanetini 19 Ocak 2016 mahşer tufanı sonrası açıkladım. Mustafa Koç olup mahşer tufanından bir gün sonra hayatını Firavun sonrası son ibret adına tüm zalimlerin CANLI HELAK olduklarının ibreti anlaşılsın diye yaratan tarafından canı alındığında ibret olmuşlardı.
O güne nasıl geldiğimize bir bakacak olursak;
Cumhuriyet Gazetesinin 14 Kasım 2015 tarihli haberine göre G20 toplantısında Ali Koç diyor ki;
“Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir”
Bu ne demektir? Sorun kapital zihniyetin doymak bilmeyen kötü niyetidir. Türkiye Cumhuriyetinde kapitalistler kimlerdir? İlk akla gelenler Tüsiad üyeleridir. Bunlar sanayici olmaları için 1950’de başlayan ihanetle Atatürk devrimleri tamamlanmadan devrimi yarım bırakarak tersi devrimi gerçekleştirmek isteyen niyetlerin ürünü olup bugün ülkemizde her eşitsizliğin, haksızlığın, adaletsizliğin altından sermaye ve oyunları çıkmaktadır.
Sonrasında Turgut Özal üretimi sermaye sahipleri ve son on dört yıldaki gaflet ve delaletin doksan yıllık birikimleri yandaşlarıyla cebe indirerek ürettiği sermayedir.
Darbeler, ekonomik krizler, reform ve aklınıza gelen halkımızı kandıran her ihanetin arkasından sermaye adına Soros düşünceleri çıkması tesadüf müdür?
Burjuva kendisini eleştiriyor diye geçiştirilecek bir iş değildir.
12 Eylül 2012 tarihinde işten çıkarıldığım o günden bugüne burjuva için işler tersine dönmüştür. Çünkü burjuvanın Sabancı Holdinge bağlı bankası Akbank kendi ayaklarına kurşunu sıkmıştır. Kendileri sebepsiz ve manidar bir tarihte 12 Eylül 1980 tarihinde toplu, 12 Eylül 2012 tarihinde de teke tek darbe yaptık demenin ağır faturasını ve bedelini ödemeye başladıkları ve işin tersine döndüğü tarihtir.
Çünkü bu bankada bir bölge müdürünün 2010 – 2012 tarihleri arasında her satışı ÇAN sesleri ile kutlamasına şahit olduk.
Mahşer tufanı 13-19 Ocak 2016 tarihleri arasında yaşanmış olup bu tarih aynı zamanda Akbank’ın kuruluş günü olup ve itibarını batırdığı gün olarak tarihe geçmiştir. İbretin bir başka manası tarihlerdir. Hiçbir tarih tesadüf değildir.
Nuh tufanı gibi susuz kopacak mahşer tufanında yüzmesi için yazdığım gemi sırlı kitabım Mobbıng Bank Türk Fırtınası 29 Mayıs 2015 tarihinde Fatih Sultan Mehmet’in 29 Mayıs 1453 tarihinin yıl dönümüdür. Tesadüf müdür?
Nuh tufanı Karadeniz bir göl iken kopmuş ve o tufanla İstanbul Boğazı açılmış o tarihten bu yana bu hazine Türklere emanettir. Nuh tufanının koptuğu aynı yerde bir tufanın daha kopması ve dünyadaki tüm zalimlerin gemilerinin itibarını o susuz tufan mahşer denizi denen fitne ve fesat üretilen sosyal ağlarda yüzerek Sabancı Holdingin amiral gemisi bankası Akbank’ın itibarını kurulduğu gün mahşer tufanı koparak itibarını batırması tesadüf mü?
Kitabımı yazdığımda bir sırla yazdığı bildiğim halde kitabın 12 Eylül 2015 tarihinde çıkmasını çok arzu ettiğim halde ilahi tecelli gereği 21 Aralık 2015 tarihinde çıktı ve en uzun gecede mahşer denizi denen sosyal ağlarda yüzmeye başladı. Tufan kopan yere ve güne kadar yüzdü ve işi bitirdi. Tesadüf müdür?
Akbank’ın kitabımda çok detaylı anlattığım işten çıkarmadan ve çıkardıktan sonra yaptığı tüm kötülükleri bana yapması tesadüf müdür? 12 Eylül 2012 tarihinde bir skandala imza atarak işten çıkarmaları bile bu ilahi tecellinin bir gereği olarak kötülük görevlerini yerine getirerek kendi itibarlarını emperyalizmin amiral gemisi kapitalizmi batırmak adına itibarlarını batırdılar.
Sebepsiz ve haksız işten çıkarılmam, kariyerimi kirletmeleri, iş bulmama engel olmaları kendilerine kitapla MUHTIRA vermeme ve ilahi tecellinin faturasıyla da itibarlarını kapitalizmin bir karakolu olarak o gece batırmıştır.
12 Eylül 2012 gibi manidar bir tarihte sebepsiz işten çıkarıldığım gün aynen şunu söyledim; “davam asrın davası olacak” demiştim.
Ve sonrasında iki sorunun cevaplarını aramaya koyulduğumda iş çorap söküğü gibi devam etti.
Beni işten çıkaranlar ve iş vermeyenler kimlerdir?
İşte bu iki sorunun cevaplarını buldukça burjuva köşeye sıkışmıştır.
Kendi zulmünü eleştirmek tipolojisi yeni değildir. 19. yüzyılda da bu tür sözde vicdana gelmiş gibi davranan burjuva tipolojisine rastlamak mümkündür.
Kapitalistler zalim ve vicdansız oldukları için kapitalizm vahşileşmiştir. Aşırı kâr ve sömürü kapitalizmin mayasıdır. Kendi ürettiği pisliğinden bile para kazanmaya çalışan bir sistemin ahlakından bahsedilemez zaten. O zaman ticaret yasalarının basiretli tacir sözü de havada kalmıştır.
Akbank 16 yılda kullanamadığım izin paralarımın karşılığını ödemeye sıra gelince karar aldık, bir büyük bankayız sizin son 5 yıl harici izin paralarınızı ödemiyoruz sen ne yapmak istiyorsan yap diye egosu yüzünden işi bu noktalara getirdiler. Düşünün bu zihniyet risk yönetiyor bu ülkede.
Ali Koç ve tüm sermaye sahiplerine sormak isteriz kendinizi eleştirmek güzelde; eleştirdiğiniz konunun düzelmesi adına ne yaptınız?
İşte burjuvayı bitiren asıl soru budur.
Öyle çocuklarımın geleceğinden endişe ediyorum demekle olmuyor. Bizim çocuklarımız çocuk değil mi? Biriniz sebepsiz işten çıkarıyor, diğerlerinizin o birinizi korumak için iş vermiyorsunuz. Bu yanınıza mı kalacak sanıyorsunuz?
Sermaye=Eşitsizlik demektir zaten. Sermaye diye bir sınıf üretmek ayrımcılıktır. İşçi sınıfı demekte ayrımcılıktır. İnsanı bölmek ayrımcılıktır. İnsan dünyaya geldiği yaşadığı müddetçe ölene kadar her insan her insana karşı eşittir ve eşit haklara sahiptir.
Bunu sağlayacak Türk Devrimini gerçekleştireceğiz. Eleştirinizde zerre kadar samimiyseniz sizi bundan sonra göreceğiz.
Her mahallede bir milyoner üreteceğiz gafletinin ürünlerinin yaptığı işler gaflet, delalet, ihanetler bizi hiç şaşırtmamıştır.
Soyut kapitalizm eleştirisi yeter mi? Yetmez. Çünkü kapitalizm ve eşitsizlik soyut bir konu değildir. Somuttur ve hayatımızın çilesidir. Yaşamın her anında, çalışma hayatının her anında elle tutulan hissedilen somut bir durum kapitalizm eşitsizlik üretmiş ve üretmeye devam etmektedir.
Uzun ve yorucu çalışma saatleri, düşük ücretler, ayrımcılık, mobbing, hak arayan alın teri ile çalışanın işten atılması, iş yerinde çalışana söz hakkı tanınmaması… Ve daha sayamadığım kadar haksızlıklar konusunda konuşmak yerine ne yaptınız?
Öyle mahkemelerde adalet sağlamayan kanunlarla üç kuruşunu al otur aşağı demekle eşitlik sağlanabilir mi? Manevi kayıplarımı nasıl ödeyeceksiniz? Siz her hangi bir insanın karşısına her satın aldığınız kişi mi sandınız bizi alır ücretini susar diye mi düşündünüz?
Sizin şirk kurumlarının bir maddi değeri olabilir hatta alınır satılır şirk kurumlarınızda olabilir, buna uygun borsa ve yasal kılıflarınız da var nasıl olsa.
Yalnız her insan satılsa bile şunu iyi bilesiniz ki ömrü sır olan ve Atatürk’ün eserinin nöbetçisi olan Önder Karaçay’ı satın alamazsınız.
Kitabımda asrın davasının tutarı 1 Türk Lirasıdır demektedir. Bu ne demektir biliyor musunuz?
Madem kapitalizmden ve onun yarattığı eşitsizlikten rahatsızsınız, o zaman söyledikleriniz ve yaptıklarınız arasında uyum olacak. Sistem bu ne yapalım demekle olmuyor.
Çare bellidir. 1950’de başlayan bu ihanetin tersini yaparak Atatürk’ün yarım kalan devrimlerini tamamlayarak, sermaye sınıfının olmadığı milli üretim ekonomisi her insanın çalıştığı ve eşit paylaştığı bir ekonomiyi kuracağız.
Eleştirinizde eğer iyi niyetiniz varsa bugüne kadar kaymağını yediğiniz yeter. Gerçek çözümü konuşun.
Öyle otelde gezi eylemcilerine açık kapılar dolayısıyla sığınanlara yer açmayı kullanarak Türk Milletini kandıramazsınız. Çocuklarımın geleceğinden bende endişe ediyorum gibi kendinizi acındırarak utanç duruma düşmek sizi kurtarmaz. Paralarınızı koyacak yer bulamazken kalkıp böyle ucube söylemlere sığınmanız çok büyük bir gaflettir.
Türk Mevsimi ve dünya mafyasıyla Bildenberg toplantılarına katılarak DEAŞ terör örgütü gibi konuları batılı düşman ülke ve dünya mafyasıyla konuşmanın önce hesabını vereceksiniz.
Burjuvanın sözleri ve eylemleri arasında uçurumlar var.
Hak arayan yüzlerce metal işçisinin Koç fabrikalarından tazminatsız ve keyfi olarak atıldığı gerçeği ortada duruyor.
Bir başka otomobil fabrikası aynı eylemleri yapan hiçbir işçiyi işten atmazken Koç neden attı?
Ali Koç, Ford Türkiye’nin yönetim kurulu başkanıdır. Ford ondan sorulur. Ali Koç’un kapitalizme ve eşitsizliğe ilişkin eleştirilerinin tutarlı olması için önce Ford’a bakmanız lazım. Ali Koç Ford’da işçilerin sendika seçme özgürlüğüne neden müdahale edildiğini açıklasın.
Ford Gölcük fabrikasında bir başka sendikaya üye olduğu için işten atılan 88 işçiyi izah etsin Türk Milletine ve adalete.
Sizin özrünüz bile artık kabahatinizden büyük hale geldi.
Burjuva olarak önce eşitsizliği ve adaletsizliği kendi işletmelerinizden başlayarak minimuma indirmeye ne dersiniz? Yoksa “gerçek sorun kapitalizm” derken “bizler zavallı kapitalistler de sistem kurbanıyız” mı demek istediniz?
Biz Türk Milleti bunu yer miyiz? Siz kimi kandırıyorsunuz?
Son on dört yılda Tüpraş gibi, ağır silah sanayi gibi kıyak işleri nasıl aldığınızı siyasetle nasıl kol kola olduğunuzu ve ülkemiz ve milletimiz aleyhine nasıl faaliyetlerde bulunduğunuzu artık çok iyi biliyoruz.
Mustafa Koç cenazesinde Osmanlı sancağı ile kime nasıl kurtar bizi dediğinizi de biliyoruz.
Siz artık Türk Milletinin gözünde Türk Mevsimi ile terör ve dünya mafyasıyla gizli ve kirli işler çevirerek ihanet ettiğinizi belgeleriyle ortaya koyabiliyoruz.
Eninde sonunda bunun hesabını vereceksiniz, ve kamulaştırmalar ile Türk Milli ekonomisini kurarak eşitliği sağlayacağız.
Eşitlik siz ve sizin gibi olanların elinizi cebimizden çekmesiyle sağlanmış olacak.
Sermaye veya burjuva sınıfı ülkemiz ve milletimiz aleyhine en büyük çelişkidir.
Siyaset yetkiyi halktan alıp sermaye ile kol kola girerek vatanımız ve milletimiz aleyhinde daha fazla bu insafsız düzenin devam etmesi mümkün değildir.
Her günahın bir vebali olup o vebalin hesabının sorulacağı ve bedelinin ödeneceği bir zaman mutlaka gelecektir.
Bugün Cumhuriyet Savcılarının baskı sonucu görevlerini yapmamış olmaları kimseyi yanıltmamalıdır. Yarın işler tersine döndüğünde adaleti öldürenler daha çok adalet aramak zorunda kalacaklar. En başta da sermaye ve siyaset adalet aramak durumunda kalacaktır.
Hiçbir maddi güç iman gücünün karşısında dünya tarihinde kazanamamıştır.
İnsanlığın son ibreti sermaye zulmünün sonucu ilahi tecellinin kestiği faturayla yaşanmıştır. 19 Ocak 2016 tarihinde biten mahşer tufanı sonrası dünyadaki tüm sermaye adına zalimlerin ve işbirlikçilerinin sonunun geldiğinin ilanıdır. Bu ilahi faturanın ispatı Mustafa Koç’un hayatını bunu açıkladıktan sonra ibret adına kaybetmesidir.
Son söz;
“Türkiye Cumhuriyetinde üst akıl Türk Milletidir.” // Önder Karaçay
Dünya mafyasını kendisine üst akıl ve referans olarak görenlere bu söz tokat gibi cevaptır. Günü geldiğinde Türk Milleti bunu gerçekleştirecektir.
Önder Karaçay
Mobbıng Bank Türk Fırtınası Sır Kitabın Yazarı

16 Mayıs 2016 Pazartesi

MAHŞER TUFANI ve CANLI HELAK İBRETİ: Türk Mevsimi İhaneti // Türk Fırtınası // Önder Ka...

MAHŞER TUFANI ve CANLI HELAK İBRETİ: Türk Mevsimi İhaneti // Türk Fırtınası // Önder Ka...: Türk Mevsimi İhaneti // Türk Fırtınası // Önder Karaçay Posted on   16 Mayıs 2016 by   Mobbing Bank Türk Fırtınası Önder Karaçay Tü...

Türk Mevsimi İhaneti // Türk Fırtınası // Önder Karaçay

Türk Mevsimi İhaneti // Türk Fırtınası // Önder Karaçay

CEeKoU7W0AEyYyi
Türk Mevsimi İhaneti // Türk Fırtınası // Önder Karaçay
 
Türk Mevsimi ihaneti emperyalist bir proje olup 12 Eylül 1980 askeri darbesinin devamıdır.
 
Bu proje dünya mafyası ve içimizde dünya mafyasıyla işbirliği yapan sözde sanayici olarak bildiğimiz Tüsiad üyelerinin desteklediği ve ülkemizden baş sorumlusu Mustafa Koç iken bu ihaneti ilahi tecellinin kestiği fatura ile mahşer tufanı ve canlı helak ile ibret olmasından sonra birileri bu ihaneti kurtarmak adına şahsi çıkarları ve kendilerini kurtarmak adına bunu üstlenmenin yarışı içine girmişlerdir.
 
Bu ülkede 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle siyasi partilerin başına sermayenin kontrol ettiği kişiler geçmiştir. Her siyasi ideoloji bir projedir. Atatürk’ün kurduğu parti bile birileri tarafından işgal edilmiş ve bu partinin bazı üyeleri dünya mafyası toplantılarına Mustafa Koç’un talebiyle katılmıştır.

Terörü dünya mafyasıyla görüşmek sermayenin işi midir?
 
Cumhurbaşkanı eğer BOP eş başkanlığı projesi gibi Türk Mevsimi ihanet projesinin bir parçası değilse Türk Mevsimi ile DEAŞ terör örgütünü dünya mafyasıyla görüşen Mustafa Koç ve bazı siyasetçi, iş adamı ve gazetecilerin yıllardır katıldığı bu ihanetin hesabını neden sormamaktadır. Yasama da, Yargı da, Yürütme de bizim elimizde demekle olmuyor. Bütün bu erklerin hepsi Türk Milleti lehine iş yapmak zorundadır. Yapmıyorlarsa veya yapamıyorlarsa bunu engelleme suçunu kim işliyorsa onun hesabı da bir gün mutlaka sorulacaktır.
 
Son on dört yılda doksan yıllık birikimleri satarak ekonomiyi bu sermaye ve yabancı işbirlikçilerinin cebine aktaranlar 2002 yılında verdikleri sözü tutmamışlardır. % 34 oy almadan önce ne söz verdiler?
 
1) Siyasi Partiler Yasasını değiştireceğiz..Değişti mi? Hayır..
2) Vekil dokunulmazlığını kaldıracağız. Kalktı mı? Hayır.
3) % 10 seçim barajını kaldıracağız ya da oranı düşüreceğiz. Yapıldı mı? Hayır.
 
Şimdi bütün bunları ayrı ayrı neden söz verilip halkın kandırılarak sonrada unutulduğuna baktığımızda ve anladığımızda sorunun ne olduğunu çözmüş olacağız.
 
Öncelikle 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile halkın iradesinin ve temsil yetkisinin halktan alınarak siyasi parti başkanlarına verildiğini anlamadan gerisini anlamamız mümkün değildir.
 
O zaman otuz beş yıldır bu ülkede demokrasi olmadığını, dikta ve birilerinin emrinde milli ekonominin tahrip edilmesi adına birilerinin emrinde kişilerin belli partilerin başını tutarak sermaye çıkarına sözde iktidar, sözde muhalefet yaparak hepsinin aynı amaca hizmet ettiğini bilmezsek bugün yaşananın ne olduğunu anlayamaz, geleceğe doğru doğru kararlar alamayız.
 
Bugün hangi partide genel başkan değişirse değişsin oyun değişmediği müddetçe oyuncu değiştirmek Türk Milletinin aleyhinedir.
 
Öyleyse amaç nedir?
 
Amaç Cumhuriyet rejimini yıkmak, dinci ve tek kişi devleti kurmaktır.
 
Kanunlar gereği siyasi partilerle bağı kalmaması gereken Cumhurbaşkanı en büyük hukuksuzluğu yaptığı halde onun niyetine hizmet adına yargı bir diğer siyasi partinin kongresini icra dairenin aldığı hukuksuz kararla engelliyorsa orada başka bir oyun döndüğü ortadadır.
 
Bugün sahneye çıkan ve genel başkan olmak isteyenlere sormak isterim; on dört yıldır neden uyudunuz?
 
12 Eylül ürünü genel başkanların zaten birilerinin emrinde birilerine karşı özel görevli kişiler olduğunu bilmiyor muydunuz?
 
Biliyordunuz. Öyleyse yasa değişmeden, devrim olmadan oyuncu değişse ne değişecek?
 
Sizin amacınız ancak şudur şimdide bizi kullanın demektir.
 
Bunca yıl vekil olacaksınız, bu zihniyetin yanında olacaksınız, yaşanan garabetlere ses çıkarmayacaksınız, birileri yıprananları değiştirmeye kalktığında şimdi beni kullanın diye sahne alacaksınız.
 
Türk Milletinin buna karnı tok.
 
Oyun değişmeden oyuncu değişmesinin hiçbir anlamı yoktur.
 
Türk Milleti Türk Mevsimi oyununu bozuyor, birileri medya terörü gibi algı operasyonlarıyla halkın algısını değiştirerek yine kandırmaya çalışıyorlar.
 
Türk Milletinin sonunu siyasi parti ve oyuncu değişikliği değildir.
 
Türk Milletinin sorunu hukuksuzluktur.
 
Cumhurbaşkanının hukuksuz bir partinin başkanını değiştirmek, kongre yapma gibi karar aldırmasını görmezden gelip bir diğer partinin üyelerinin imzalarıyla yapılmasında hiçbir engel olmayan kongrenin yapılmasını icra dairesinin kararı ile vali ve polis engeliyle engellemek en büyük hukuksuzluk ve yargı eliyle hukuksuzluğun yasallaştırılması suçu işlenmektedir.
 
Asıl engellenmesi ve yapılmaması gereken kongre Cumhurbaşkanının hukuksuz müdahalesiyle yapılacak olan kongre de sonrasında seçilecek kim olursa olsun tartışmalıdır, hukuksuzdur. Anayasa suçudur.
 
Cumhurbaşkanın Anayasada Yazan Hukuki Görevleri Nelerdir?
 
Anayasada Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerinde bir partinin kongre kararının alınmasına müdahale etme görevi yoktur.
 
Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri ile nitelikleri, seçimi ve diğer hususlar Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 101, 102, 103, 104, 105 ve 106’ncı maddelerinde belirtilmiştir.
 
A. Nitelikleri ve Tarafsızlığı (Değişik madde 101) (*)
 
Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından, halk tarafından seçilir.
 
Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.
 
Cumhurbaşkanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri içinden veya Meclis dışından aday gösterilebilmesi yirmi milletvekilinin yazılı teklifi ile mümkündür. Ayrıca, en son yapılan milletvekili genel seçimlerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde onu geçen siyasi partiler ortak aday gösterebilir.
 
Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.
 
B. Seçimi (Değişik madde 102) (*)
 
Cumhurbaşkanı seçimi, Cumhurbaşkanının görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde; makamın herhangi bir sebeple boşalması halinde ise boşalmayı takip eden altmış gün içinde tamamlanır.
 
Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk oylamada en çok oy almış bulunan iki aday katılır ve geçerli oyların çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.
 
İkinci oylamaya katılmaya hak kazanan adaylardan birinin ölümü veya seçilme yeterliğini kaybetmesi halinde; ikinci oylama, boşalan adaylığın birinci oylamadaki sıraya göre ikame edilmesi suretiyle yapılır. İkinci oylamaya tek adayın kalması halinde, bu oylama referandum şeklinde yapılır. Aday, geçerli oyların çoğunluğunu aldığı takdirde Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.
 
Cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan Cumhurbaşkanının görevi devam eder.
 
Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usûl ve esaslar kanunla düzenlenir.
 
(*) 23/05/1987 tarihli ve 3376 sayılı Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanun gereğince, halkoyuna sunulmak üzere 16/06/2007 tarihli ve 26554 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, 16/10/2007 tarihli ve 5697 sayılı Kanunla değişik 31/05/2007 tarihli ve 5678 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 21/10/2007 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilmiş ve buna ilişkin Yüksek Seçim Kurulu Kararı 31/10/2007 tarihli ve 26686 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
 
C. Andiçmesi (Madde 103)
 
Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde aşağıdaki şekilde andiçer :
 
Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve Milletin bölünmez bütünlüğünü, Milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, Milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.
 
D. Görev ve Yetkileri (Madde 104)
 
Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milleti’nin birliğini temsil eder; Anayasa’nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.
 
Bu amaçlarla Anayasa’nın ilgili maddelerinde gösterilen şartlara uyarak yapacağı görev ve kullanacağı yetkiler şunlardır:
 
a) Yasama ile ilgili olanlar :
 
Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde açılış konuşmasını yapmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni gerektiğinde toplantıya çağırmak,
Yasaları yayımlamak,
Yasaları yeniden görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne geri göndermek,
Anayasa değişikliklerine ilişkin yasaları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunmak,
Yasaların, kanun hükmündeki kararnamelerin,Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün, tümünün ya da belirli kurallarının Anayasa’ya biçim ya da esas yönünden aykırı oldukları gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açmak,
Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermek,
b) Yürütme alanına ilişkin olanlar :
 
Başbakanı atamak ve istifasını kabul etmek,
Başbakanın önerisi üzerine Bakanları atamak ve görevlerine son vermek,
Gerekli gördüğünde Bakanlar Kurulu’na Başkanlık etmek ya da Bakanlar Kurulu’nu Başkanlığı altında toplantıya çağırmak,
Yabancı devletlere Türk Devleti’nin temsilcilerini göndermek, Türkiye Cumhuriyeti’ne gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul etmek,
Uluslararası andlaşmaları onaylamak ve yayımlamak,
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanlığını temsil etmek,
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kullanılmasına karar vermek,
Genelkurmay Başkanı’nı atamak,
Milli Güvenlik Kurulu’nu toplantıya çağırmak,
Milli Güvenlik Kurulu’na Başkanlık etmek,
Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim ya da olağanüstü hal ilan etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak,
Kararnameleri imzalamak,
Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek ya da kaldırmak,
Devlet Denetleme Kurulu’nun üyelerini ve Başkanını atamak,
Devlet Denetleme Kurulu’na inceleme, araştırma ve denetleme yaptırmak,
Yükseköğretim Kurulu üyelerini seçmek,
Üniversite rektörlerini seçmek,
c) Yargı ile ilgili olanlar:
 
Anayasa Mahkemesi üyelerini, Danıştay üyelerinin dörtte birini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Askerî Yargıtay üyelerini, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini seçmek.
 
Cumhurbaşkanı, ayrıca Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır.
 
E. Sorumluluk ve sorumsuzluk hali (Madde 105)
 
Cumhurbaşkanı’nın, Anayasa ve diğer yasalarda Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır. Bu kararlardan Başbakan ve ilgili bakan sorumludur. Cumhurbaşkanı’nın resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil, yargı mercilerine başvurulamaz.
 
Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin önerisi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır.
 
F. Cumhurbaşkanına Vekillik Etme (Madde 106)
 
Cumhurbaşkanı’nın hastalık ve yurt dışına çıkma gibi nedenlerle geçici olarak görevinden ayrılması durumlarında, görevine dönmesine kadar; ölüm, çekilme ya da başka bir nedenle Cumhurbaşkanlığı makamının boşalması durumunda da yenisi seçilinceye kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cumhurbaşkanlığı’na vekillik eder ve Cumhurbaşkanı’na ilişkin yetkileri kullanır.
 
Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer. O zaman partili Cumhurbaşkanı gibi söylemlerde hukuksuzdur ve suçtur. Bütün suçları kendi istekleriyle işlemişlerdir. Türk Milletinin görevi adalet ve hukuku talep etmektir.
 
Kanun tanımayan bir Cumhurbaşkanını Türk Milletinin bir ferdi olarak tanımıyorum. Önce sınırını ve haddini hukuktan almalıdır her temsil görevi ve hesap vermelidir.
 
Yeminde Türk Milleti adına namus ve şeref üzerine hukuka saygılı görev yapacağının sözü verip uymamak vatana da millete de ihanettir.
 
Anayasa Mahkemesinin kararını tanımıyorum diyen kendisidir.
 
Ülke biraz karışabilir demesi de hem yemine göre suçtur, hem Anayasaya göre suçtur, hem de evren hukuk ve insan hakları açısında ülkeyi iç karışıklığa sevk etmek niyetli kötü niyetli bir suçtur.
 
Gezi eylemleri sırasında da aynı suçları işlemiştir. % 50’yi evde zor tutuyorum demek halkı sokağa dökmek ve iç savaşı körüklemek niyetli kötü bir söylemdir. Böyle söylemleri olan bir niyetin Cumhurbaşkanlığı adaylığının Yüksek Seçim Kurulu tarafından uygun görülmüş olması da hukuksuzdur. Ve aynı tür suçları işlemeye devam etmektedir.
 
Başbakanı atamak veya istifasını kabul etmek görevidir. Yalnız bir parti başkanına kongre kararı aldırmak görevi olmadığı gibi kanunsuzdur, hukuksuzdur ve suçtur.
 
Bugün vekil dokunulmazlığının kaldırılmasını bile diğer partileri kendi niyetine hizmet amaçlı kullanmak isteyen bir zihniyetle karşı karşıyayız.
 
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ekmeleddin İhsanoğlu adında birini Atatürk ve devrimlerinin düşmanı olduğu halde sermaye adına Atatürk’ün partisini işgal edenlere Kemal Derviş denen 2001 yılı krizinde bankalarımızı sattıran, alış veriş merkezleri açacaksınız diyen, üretimi bırakın, ithal edin diyen milli ekonominin sonunu getirerek uygulamaları yapan birinin sözü ile aday gösterdi diğer parti bizde destekleyeceğiz dedi, sonra diğer parti o şahsı vekil yaptı. Bundan büyük oyun mu olur?
 
Amaç bugün ki Cumhurbaşkanını seçtirmek, Cumhuriyeti yıkmaktı. Hepsi dolaylı aynı amaca hizmet ettiklerini bugün çok daha net görülmüştür.
 
Türkiye Cumhuriyetinde Siyasi Partilerin ömrü bitmiştir. Cumhurbaşkanlığı makamında hukuksuz ve suç işleyen bir niyet yargının görev yapamaz hale getirilmiş haliyle Türk Milletine karşı ettiği yemin ve Anayasaya aykırı işlere girişmiş suç işlemiştir. Bu suçları işlemesinde Başbakan iken on dört yılda işlediği diğer suçları kapatmak, örtbas etmek niyetiyle kendi şahsi çıkarı adına devletin ve milletin kaderiyle oynamaktadır.

Önder Karaçay
Mobbıng Bank Türk Fırtınası Sır Kitabın Yazarı